Temmuz ayının başında kısa bir tatil için Kuşadası’ndaydım. Oraya kadar gitmişken Efes’e uğramadan dönmek olmazdı.
Antik şehirler beni her zaman etkilemiştir. Tarihin kalıntıları arasında gezerken gözümü kapatır ve o devirde yaşayanların hayatını gözümde canlandırmaya çalışırım.
Efes antik kentini gezerken belki de en önemli yapıtlardan olan Celsus Kütüphanesi önünde uzun süre kaldım. M.S. 135 yılında inşa edilen bu kütüphanede zamanında 12 Bin rulo kitap olduğu rivayet ediliyor. Günümüzde Türkiye’nin en iyi akademik kütüphanelerinden olan Bilkent Üniversitesi Kütüphanesinde 490.000 basılı kitap olduğunu düşünürsek Celsus Kütüphanesi’nin 2 Bin yıl öncesi için çok önemli kaynaklara ev sahipliği yaptığını söylemek yanlış olmaz. Celsus Kütüphanesi dönemin bilim adamları ile düşünürlerinin yetişmesinde ev sahipliği yapmış önemli bir mekan.
Bir eğitmen ve gelişim profesyoneli olarak 2 Bin yıl önceki kültür, gelişim ve eğitim koşullarına bakıp gelecekte neler olabileceğini hayal etmeye çalışıyorum.
Son yirmi yılda eğitim iklimi önemli ölçüde değişti. Okul öğrencisi ya da yetişkin fark etmez; artık eğitim alanların eğitim içeriklerine her zaman erişebildiği etkileşimli bir internet dünyası var. Celsus kütüphanesindeki tüm kitapları elektronik kopya ile bir tablet bilgisayara sığdırmak mümkün. Yani artık okumak, araştırmak için kütüphaneye gitmeye gerek kalmadı. Büyük okullar ve üniversiteler de öğrencilere esnek öğrenme yöntemleri sunabiliyorlar. Hiç okula gitmeden yüksek lisans yapabiliyor uluslararası doktora derecesi bile alabiliyorsunuz.
Peki derslerin ve ödevlerin neredeyse tamamını internetten yürütülebilirken bir üniversite kampüsünün ya da klasik bir eğitim sınıfının değeri nedir? Cevap son derece basit. Topluluktur.
İnsanların öğrenirken kendilerini akranlarına, öğretmenlerine ve öğrendikleri yere bağlı hissetmek istemeleri oldukça doğaldır. Çünkü öğrenme deneyimsel bir süreçtir ve kişiler arası etkileşim olduğunda daha da kolaylaşır. Bunun yanında kampüsün tamamı bir öğrenme alanıdır. Kafeler ve çalışma alanları gibi sosyal öğrenme mekanları etkileşimi teşvik eder. Aynı şekilde bir sınıf eğitiminde katılımcı sadece sınıfta eğitmeni dinlerken değil, vaka çalışmalarında, oyunlarda hatta yemek arasında bile öğrenmeye devam eder. İzlediğimiz filmlerde, okuduğumuz kitaplarda bir antik çağlarda bir filozofun eğitim amaçlı konuşmalarını genelde bir topluluğa karşı yaptığına şahit oluruz.
Antik Yunan’da eğitim denince ilk akla gelen isimlerden biri Platon’dur. M.Ö. 427-347 yılları arasında yaşayan filozof, Sokrates’in öğrencisidir. Platon M.Ö.387 yılında Atina’da, ilk üniversite kabul edilen felsefe okulu “Akademia”yı kurmuştur. Platon “Devlet” adlı eserinde insanların mutlu ve iyi bir hayata kavuşması için ütopik bir devlet hayal eder. Eserinde toplumun değişmesi için insanın bedenen ve ruhen baştan aşağı değişmesi ve eğitilmesi gerektiğinin altını çizer. 20 yıl Akademia’da Platon’un öğrencisi olan Aristotales’de bedensel ve zihinsel eğitimin birlikte yürütülmesi gerektiğini savunmuştur.
Dünya hızla bireyselleşiyor. Tüm ürün ve hizmetler kişisel kullanıma uygun olarak yeniden tasarlanıyor. Eğitim sistemlerinin de kişiye özel olması kaçınılmaz hale geldi. Geleceğin eğitim teknolojilerini tasarlarken yapılabilecek en iyi şeylerden biri de geçmişten ilham almak ve sanal da olsa toplu öğrenime kucak açmak. Yıllar sonra belki de beyinlerimize takılacak elektronik çiplerle her türlü bilgiye erişebileceğiz. Yani bilmek olmasa da bilgiyi bulmak daha da kolaylaşacak. Bilginin peşinde koşarken hem Platon’un hem Aristotales’in inandığı ortak şeyi unutmayalım: Bedenimizi ve zihnimizi de eğitmeyi!
0 Yorum